Serhan ÖZENÇ’in Kaleminden Durmayan Teknoloji Yapmışlar!

Intel’in kurucusu Goore Moore’a ithaf edilmiş ve teknolojide gelişimin hiç durmayacağına parmak basılmaya çalışılan bir söylem olan Moore Yasası’nı duymuşsunuzdur.  Aslında yerçekimi veya termodinamik yasaları gibi kesinleştirilmiş, sabit bir formüle dayalı bir kanun değildir ama buna rağmen üzerinde seksen yıla yakındır tartışmalar devam etmektedir. Moore’un ortaya attığı “Her 18 ayda, bir tümleşik devre üzerine yerleştirilebilecek bileşen sayısı iki katına çıkarken, üretim maliyetleri aynı kalır, hatta düşme eğilimi gösterir.” iddiası, bugüne kadar gelen teknolojik gelişmelere oldukça paralel bir çizgiye oturduğundan bu görüş, otoritelerce bir yasa haline getirilmiş ve böylece kendisi onurlandırılmıştır. Bunun bir yasa olup olmadığı tartışmaları pek anlamlı değil, daha ziyade vermek istediği mesaj ile alkışı fazlasıyla hak ediyor. Çünkü, bu tahmin sadece Intel’in yonga setlerinin evriminin değil, teknolojinin her alanındaki gelişimin neden durmayacağını anlatıyor.

Peki, gerçekten tüm teknolojilerde gelişim durmuyor mu? Aynı hızda mı ilerliyor hepsi? Cevap, elbette “Hayır”. Sabit, artan veya azalan ivme ile tüm teknolojilerin birbirinden farklı şekilde gelişimine şahit oluyoruz. Hatta duran teknolojiler de var. Mesela radyo deyince aklınıza ne geliyor? Çoğu kimsenin aklına arabasında dinlediği “Nihat’la Muhabbet” adlı gündüz kuşağında yayınlanan radyo programı gelebilir. 90’lı yaşlara gelen büyüklerimizin ise radyo deyince “Radyonun Resimlisi” nin olmadığı dönemlerde akşam ajansının bitiminde ailecek Türk Sanat Musikisi dinledikleri hatıralar gözlerinin önünde belirecektir. Farkındaysanız iki farklı kuşak arasında dinlenilen radyonun frekansı ve kalitesinde neredeyse değişlik olmamıştır. Bu durum sizce Moore Yasası‘na bir muhalefet midir? Radyoya bir de biz bilişim camiasının gözünden baktığımızda söylemi çürütemediğimizi anlayacağız.

 

 

Radyo, günümüzde sadece haber ve müzik dinleme amacıyla kullanılmamaktadır. WiFi, Bluetooth, 4G, 5G gibi hayatımızın tam ortasına yerleşmiş kablosuz iletişim teknolojilerinin tamamı çeşitli radyo frekansları üzerinden iletişim sağlar. Biraz daha geriye, internet ortamının ilk ortaya çıktığı zamanlara gidecek olursak; o günden bu yana internet teknolojilerinin kullanımı aklın alamayacağı aşamalar kaydetmiş durumdadır. İnternet ortamının bugün geldiği nokta; sosyal medyada sınırsız içerik ve video paylaşım yapabilmemize, dijital platformlarda kesintisiz UltraHD kalitede yayın seyredebilmemize ve yüksek FPS seviyelerine çıkabilen oyunlar oynayabilmemize imkan tanımaktadır. Bu gelişim, gelecekte bizi bir VR gözlükle meta evrenlerde gezintiye çıkarmaya kadar götürecek. Bireysel kullanım dışında, endüstride de bulut kullanımının yoğun bir şekilde arttığını görüyoruz. E-posta servisleri, SaaS, IaaS, PaaS vb. gibi bir çok içerik sağlayıcıyla kesintisiz veri iletişimi kurulmakta. İnternet ve kurumsal ağ erişim teknolojilerindeki bu gelişmeler, kablosuz iletişimin de eş zamanlı olarak gelişmesini zorunlu kılmaktadır. Sonuçta evimizden çıkarken yanımıza “302” kilometre uzunluğunda bir Ethernet kablosu alamayız. Bu nedenle kablosuz iletişim teknolojilerinin tam da Moore’un anlattığı gibi bir ivme ve hızla geliştiğini görebiliyoruz. Peki, arabamızdaki radyo neden yerinde sayıyor? Çünkü, insanlığın her şeyi değiştirmeye ve yenilemeye gücü vardır ama sadece ihtiyaç duyduğu kadarı için!

İhtiyacımızdan fazlası zaruri değildir. Radyo yayınları, düşük frekanslar seçildiğinde ses paketlerini oldukça uzun mesafelere kadar iletebilen bir teknolojidir. Bu nedenle ilk icat edildiği zamanki haliyle bile günümüzde de işlevselliği vardır. Hatta daha da öteye giderek benzer şekilde bu eski teknolojiden esinlenen LoRaWAN gibi iletişim mimarilerinin de doğduğunu görüyoruz. LoRa ile 15km mesafeye kadar M2M iletişimi kurdurabilirsiniz. Kullandığı frekans aralığı sayesinde arazi ve çevre koşullarından kaynaklanan (dağ, tepe, bina gibi) fiziksel engellerle karşılaşsa bile veriyi sağlıklı bir şekilde iletebilmektedir. Bu sebeple özellikle IoT ve endüstriyel ortamlarda kullanım yaygınlığı her geçen gün artmaktadır. Arabamızdaki radyoya gelen müzik yayınının iletilebileceği bir kanal, bu veri transferi için yeterli olabilmektedir. Kısacası, teknolojik gelişimler gerçekleşirken, sonu olmayan ihtiyaçlar karşısında kıt kaynaklara sahip olan insanoğlu en ideal üretim modelini ortaya koymaya çalışmıştır.

Geleceğe Dönüş adlı film serisini çoğunuz hatırlar. Özellikle teknolojiye ve bilim kurguya meraklı Y kuşağı için çok önemli bir yapımdır. Birçok mantık hatası olsa da anlatılmak istenen konunun daha önce ele alınmamış olması ve film serisinin genel olarak eğlenceli  olması onu hafızamıza kazımıştır.

 

 

2015 senesinde, yapımının üzerinden otuz sene geçmesine rağmen tekrar popüler olmuştu film. Bunun nedeni ise filmin başrol karakterleri Marty McFly ve Dr. Emmett Brown’un Geleceğe Dönüş 2’de bir zaman makinesi ile 21 Ekim 2015’e ışınlanmasıdır.  Filmde tasvir edilen 2015 yılının günümüzle arasında oldukça benzerlikler olması filmi tekrar ilgi odağı haline getirdi ve bu tarihte filmin yıldönümü kutlanmaya başlandı. Filmde şu an gerçekleşmeyen tek şey tahmin edersiniz ki uçan arabalar. Bunun nedeni aslında önceki anlattıklarım ile örtüşür nitelikte. Ama bu sefer insanlığın arabaları uçurmaya ihtiyacı yok diyemem. Eminim hepimiz trafikte uçarak onun olumsuz yanlarından uzaklaşmak istemişizdir defalarca. İnsanoğlunun arabaları uçuracak bilime ve tekniğe sahip olduğunu biliyoruz. Ancak, teknolojiyi gerçekleştirecek gücün olması da tek başına yeterli değil. Uçan arabaların üretim ve yakıt maliyetlerini bir kenara bırakırsak, böylesi bir teknolojinin hayatımıza girmesi yepyeni regülasyonları da beraberinde getirecektir. Bu arabalar otonom bile çalışsalar elle müdahale gerektiren zamanlar olacağı için bir sivil havacılık sertifikası almak zorunlu olacaktır. Uçuş prosedürlerine uyulup uyulmadığının denetlemesinin zorluğu da cabası. Belki de çatı katlarını boş bırakırdık, acemi bir pilot terastan içeri girmesin diye.

 

 

“Yasa” olduğu tartışılır ama Moore‘un öngördüğü gelişim hızı umut veriyor. Eğer daha önce gezegenimizi biz kendi ihmalkarlığımız ile yok etmezsek çok değil belki de 4 milyar yıl ömrümüz kaldı. O zaman geldiğinde, Andromeda ve Samanyolu galaksilerinin çarpışacak olması bizi farklı galaksi ve yıldız kümelerine yolculuk yapmaya zorlayacak. Süre uzun gibi geliyor ama evrenin istediğimiz bir yerine gidebilmek adına sadece Moore’un değil, Einstein’ın yasalarını bile zorlamamız gerekecek. Onun için duraklama şansımız yok. İnovatif düşünmeli, sürekli gelişime açık olmalı ve doğru alanlara AR-GE yatırımı yapmalıyız. Bu yatırımlar gelecek nesillere miras kalacaktır, bu asla unutulmamalı.

Belli mi olur? Bir gün belki de ışık hızına çok yakın bir süratle uçan arabamızla ilerlerken, radyolarımızda Zeki Müren dinliyor oluruz.

 

Serhan ÖZENÇ